Stephen King ilk romanı Carrie’yi 1974 yılında kaleme aldı. Sadece iki yıl sonra film uyarlaması geldi. O zamandan bu zamana sinemaya ve televizyona yapılmış 100’ün üzerinde uyarlaması var Stephen King’in eserlerinin. Bu rakam onu en çok uyarlaması yapılan yazarlar listesinde üst sıralara yerleştiriyor. Biz bu seferlik listeyi sinema ile kısıtlı tuttuk. Bir başka yazıda da televizyona yapılan uyarlamalarına değiniriz elbet. Bu listede sinema uyarlamaları arasından bizce en iyi olan 10 tanesini listeledik. İyi okumalar!
10) Shawshank Redemption – 1994
Uzun yıllardır IMDb’nin 1. sırasından düşmemesiyle bir gizem konusu olan Shawshank Redemption ya da ilginç çevirisiyle Esaretin Bedeli aslında bundan çok daha fazlası. Darabont’un King çıkartmalarının ilki ve muhtemelen en büyüğü olan film insana umut veren bir yapıya sahip. Üstelik günümüzde bu kadar popüler olan bir filmin zamanında gişede kelime anlamıyla batmış olması da filmin temasına çok uyuyor aslında. Darabont merkeze iki hapishane arkadaşını alıyor ve bu epik arkadaşlığın ekseninde dönen yıllara uzanmış bir umudunu kaybetmeme öyküsünü beyazperdeye ustalıkla taşıyor. Gişede batmasına karşın, uzun yıllarca televizyonda sürekli yapılan gösterimlerle kendine sağlam bir kitle edinen ve bu sayede günümüze kadar popülerliğini arttırarak gelen Shawshank Redemption, izleyene hala umut aşılamaya devam ediyor.
9) Green Mile – 1999
Darabont’un iki büyük King çıkartmasından ikincisi olan Green Mile, daha sonra bahsedeceğimiz Stand By Me gibi Stephen King’den beklentilerimizin çok dışında. Tom Hanks’in hayat verdiği Paul Edgecomb, mucizelerin sınırından bile geçmediği bir yerde, idam koğuşunda gardiyan olarak çalışmaktadır. Koğuşa yeni gelen bir mahkum onu ve orada çalışan diğer herkesi kökten değiştirecek, mucizelerle karşılaştıracaktır. Zira John Coffey isimli mahkum bir takım sıra dışı güçlere sahiptir. İzleyen herkesi salya sümük ağlatan Green Mile, Darabont’un maharetinin yanı sıra, oyuncu kadrosunun kusursuz performansları ile de tarihe geçti kanımca. Tom Hanks ve Michael Clarke Duncan sizi başından sonuna dek sürüklüyor. Bu ikilnin yanında başta Sam Rockwell olmak üzere yan kadro da eklenince ortaya Green Mile gibi bir film çıkıyor.
8) It: Chapter One – 2017
King’ in en popüler romanlarından biri olan İt daha önce iki bölümlük bir televizyon dizisi olarak da uyarlanmıştı ve Pennywise Tim Curry’nin ürpertici performansı ile hayat bulmuştu. Stranger Things gibi pek çok modern işe ilham veren İt, 2017’de Andy Muschietti tarafından bu sefer beyazperdeye uyarlandı. Bill Skarsgard’ ın halefini aratmayan performansı, filmin çocukluk korkularımızı yeniden yüzeye çıkartan atmosferi ve çocuk oyuncuların başarısı It’i listemize 8. sıradan yerleştiriyor. Ancak ufak bir not, It: Chapter 1 ne kadar bu listede olmayı hak ediyorsa, Chapter 2 de bir o kadar hak etmiyor. Birinci filmdeki çocuk kadronun kimyasının, ikinci filmdeki kadroda yeniden hayat bulamaması, süresinin hakkını verememesi ve ilk filme nazaran korku atmosferinin yoğunluğunu kaybetmesi Chapter 2’yi kötü bir final yapıyor.
7) Dolores Claiborne – 1995
Misery ile Oscar’ı rafına yerleştiren Kathy Bates 5 sene sonra King’ in dünyasına geri döndü, fakat bu defa daha yürek burkan bir hikaye ile karşımızdaydı. Feminist bir temaya sahip olan film bize bir annenin kızı için yapabileceklerinin sınırının nereye uzandığını gösterir. Dolores Claiborne bir cinayetle başlar. Bu cinayetin neden ve kim için işlendiği ise filmin bugün bile çarpıcı olma nedeni.
6) The Mist – 2007
Yoğun bir sis tabakası ufak bir kasabayı tamamen etkisi altına alır. Bir baba-oğlun da aralarında bulunduğu ufak bir grup süpermarkette kapalı kalır. Çok zaman geçmeden sisin içinde saklanan canavarlar yüzlerini göstereceklerdir. İlk çıktığında hayranları ikiye bölen The Mist, King’ in çok sevilen uyarlamalarından bazılarını yönetmiş olan, yukarıda da bahsettiğimiz Frank Darabont’ un son King adaptasyonu. Özellikle finaliyle izleyeni beyninden vurulmuşa çeviren The Mist, King’in 1980’de kaleme aldığı romanından uyarlama. Filmde, kitaptan çok daha farklı bir final ortaya koyan Darabont’un bu tercihine Stephen King de olumlu yaklaşmıştı. Son olarak, Darabont’un daha sonra ilk iki sezonunda başında olduğu The Walking Dead’de Carol’a can veren Melissa McBride da The Mist’in kadrosunda yer alıyor.
5) Carrie – 1976
King’in yayınlanan ilk romanı olan Carrie’nin Brian De Palma’nın yetenekli ellerinden çıkan bu 1976 yapımı uyarlaması, sadece iyi bir korku film olmanın yanı sıra sinema tarihine çift ekran gibi bir çok çekim tekniğini miras bıraktı. Carrie’nin geçirdiği tüm duygu değişimlerini en ufak zerresine kadar bize geçiren Sissy Spacek, aslında filmin en korkutucu karakteri olan ve sinemanın en korkunç ebeveynlerinden birine olan anneye can veren Piper Laurie filmin bıraktığı izin bu kadar kalıcı olmasının en büyük etmenleri. Aynı anda bir gençlik filmi, aile draması, doğaüstü öğeler barındıran korku filmi ve daha nicesini olmayı başaran Carrie bugün bile tüyler ürperticiliğini koruyor. Filmin yanı sıra, uyarlandığı roman da yine King’in ilk romanı olmasına karşın, en sevdiğim romanlarından biridir.
4) The Shining – 1980
Eğer “Tüm Zamanların En İyi Filmleri” listesi yapsaydık, The Shining hiç şüphesiz yine listede yerini alırdı. Sadece korku sinemasını değil bütün janrları kökten etkilemiş olan bu film hiç şüphesiz bunu yönetmeni Stanley Kubrick’e ve unutulmaz performanslarıyla Jack Nicholson ve Shelley Duvall’a borçlu. Kubrick’in oyuncular dahil herkesin sınırlarını zorladığı, bütün imkanları kullanarak ortaya çıkarttığı bu başyapıt çekim tekniğinden, oyunculuğuna, sanat yönetmenliğinden, görüntü yönetmenliğine her alanda mührünü vurdu. Tüm bunlara rağmen, kitaptan kopularak senaryoda yapılan değişiklikler sebebiyle filmden nefret eden King 1997’de kendi versiyonunu dizi olarak çekmişti. Merak edenler o versiyonuna da bakıp, karşılaştırma yapabilir. The Shining, subjektif olarak, listenin devamındaki filmlerden kesinlikle daha kötü değil. Hatta yönetmenin yetkinliği, sanat yönetmenliği açısından belki daha bile yukarıda olabilir. Ancak, sıradaki üç film ile kurmuş olduğum kişisel bağ onları ilk üçe yerleştiriyor.
3) The Dead Zone – 1983
Başka bir listede muhtemelen The Dead Zone daha aşağılarda olacaktır fakat benim için filmi 3. sıraya getiren, filmin “tipik Stephen King öyküsü” olması. Bir Stephen King eserinden bekleyeceğiniz her şey sizi Dead Zone’da bekliyor. Üstelik filmin yönetmen koltuğunda body-horror’ı janr haline getiren David Crononberg oturuyor. King hikayelerinde genellikle Amerika’nın merkezden de gözden de uzak kasabalarını mekan olarak seçer. Dead Zone’da yine mekan olarak tipik bir King kasabasındayız ve bizi girdiği beş yıllık komadan yeni uyanmış ve insanların geleceğini gören öğretmen rolünde Christopher Walken karşılıyor.
2) Misery – 1990
Kathy Bates’in muazzam oyunculuğuyla can verdiği Annie Wilkes, James Caan’ ın hayat verdiği yazar Paul Sheldon’ın büyük bir hayranıdır fakat son kitabından hiç hoşlanmamıştır. Bir kaza yazarı ve hayranını bir araya getirir. Artık Paul Sheldon’ı korku dolu saatler beklemektedir. Misery’e kadar daha çok komedi yönü ile bilinen Rob Reiner’ın etkileyici dokunuşları ile Misery eğlendirirken aynı zamanda gerilimi ensenizde hissetmenizi sağlıyor. Birine duyulan hayranlığın ne denli korkunç boyutlarda olabileceğini de gösteriyor. Rob Reiner’ın ikinci Stephen King çıkartması olan (ilki hemen aşağıda) Misery, “kusursuz” olarak nitelendirebileceğimiz başrol tercihi ile efsaneler arasında yerini almış durumda. Ayrıca, Kathy Bates’in bu rol ile Oscar’ı kucakladığını da hatırlatalım. King’in kendisi de Misery’i kendi kaleminden uyarlanan işler arasında ilk onuna yerleştirdiğini belirtmiştir.
1) Stand By Me – 1986
Stephen King’in 1982 yılında yazdığı The Body isimli kısa bir romanından uyarlanan Stand By Me gerek hikayesi, gerek olay örgüsü açısından tipik bir Stephen King öyküsünün çok uzağındadır. Bir gençliğe ilk adım filmidir. Filmin bitişi ile gözyaşlarınızı bırakmanız çok olasıdır. İlk arkadaşlıkları, ilk yakın dostlukları , geride kalanları hatırlatır Stand By Me. Bu ufak ama güçlü hikayesi sebebiyle, benim için Stephen King uyarlamaları dendiğinde hep bir numarada yer alır. Yukarıda da bahsettiğimiz Rob Reiner’ın ilk Stephen King çıkartması olan film, Stranger Things gibi nice farklı işe ilham kaynağı olmuştur. Reiner’ın daha sonra Misery ‘nin yönetmen koltuğuna oturmasını da sağlamıştır ayrıca. John Cusack, 24 serisinden Jack Bauer olarak hatırlayacağınız Kiefer Sutherland, Star Trek: The Next Generation’un Wesley’si Will Wheaton gibi isimlerin çocukluk ve ergenlik dönemlerine de tanıklık etmek için dahi izlemeniz tavsiye edilir. Erken yaşta vefat eden River Phoenix’i de izlediğimiz Stand By Me, yine Misery’de olduğu gibi Rob Reiner’ın maharetli ellerinde hayat bulur.