Türk sinemasında “aşk” denince akla ilk gelen filmlerden biridir Sevmek Zamanı. Filmin yönetmen koltuğunda oturan Metin Erksan, filmin senaryosunu da “Piano Piano Bacaksız” kitabından da tanıdığımız Kemal Demirel’le birlikte yazıyor. Filmin başrollerini ise Müşfik Kenter ve Sema Özcan paylaşıyor.
Film, gördüğü resme aşık olan Halil ile bu aşka şahit olup bu duruma “aşka aşık olmak” şeklinde karşılık veren Meral’in hikâyesini anlatıyor.
Adada ustasıyla birlikte boyacılık yapan Halil, çeşitli evlerde çalışmaktadır. Bir gün adada çalışmaya gittiği bir köşkün duvarında asılı olan bir kadın resmi dikkatini çeker. Halil resimdeki kadına aşık olur. Uzun bir süre boyunca resme bakmak için sık sık evi ziyaret eden Halil, bu güzel kadının suretine ve bakışlarına tarifi zor bir biçimde aşık olmuştur. Yine bu ziyaretlerden birinde, fotoğrafını gördüğü kadın, Meral, ansızın çıkagelir. Evinde yabancı bir erkek ile karşılaşmasına rağmen gayet sakin ve kibarca Halil’e evde oluşunun nedenini sorar. Onun hakkında kötü bir şey düşünmez, yargılamaz, azarlamaz ve gitmesine müsade eder. Derviş Mustafa sayesinde Meral, Halil’in resmine aşık olduğunu öğrenir ve bu duruma çok şaşırır. Aşkın o dönemde olmadığını düşünmektedir Meral. (60’lı yıllarda aşkın olmadığını düşünen Meral 2021’de ne hissederdi acaba. 🙂 ) Halil’in çok başka biri olduğunu düşünür. Halil’in aşkından etkilenir, kendisine duyulan aşka aşık olur. Onunla konuşup fotoğrafın aslının kendi olduğunu ve ona aşkının karşılıklı olduğunu anlatmaya çalışır. Halil fotoğrafa aşkını hep dile getirir. Fotoğrafın ona zarar vermeyeceğini ona hep öyle bakacağını ama Meral’in onu üzeceğini söyler, kadını uzaklaştırır kendinden.
Meral: Aylardan beri gelip neden benim resmime bakıyorsun? Cevap vermeyecek misin ? Yoksa gerçeği söylemekten korkuyor musun ?
Halil: Öğrenmek istediğini Mustafa söylemiştir sana.
Meral: Ben senin söylemeni istiyorum, herhalde bana ait olan bir şeyi öğrenmek hakkımdır.
Halil: Hayır sana ait bir mesele değil, bu resmin ile benim aramdaki durum, seni ilgilendirmez ben senin resmine aşığım.
Meral: İyi ama aşık olduğun resim benim resmim, işte bende buradayım söyleyeceklerini dinlemeye geldim.
Halil: Resmin sen değilsin ki resmin benim dünyama ait bir şey, ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.
Meral: Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor.
Halil: Evet bir korkudan ileri geliyor. Bu korku sevdiğim şeye ebediyen sahip olabilmek için çekilen bir korku, ben senin resmine değilde sana aşık olsaydım o zaman ne olacaktı ? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme, belkide alay edecektin sevgimle, halbuki resmin bana dostça bakıyor, iyilikle bakıyor ve ebediyen bakacak.
Meral: Bende sana bakmak istiyorum.
Halil: Hayır. Benim ile resminin arasına girme, istemiyorum seni. Ben senin yalnız resmine aşığım.
Halil’in farklı ve içe kapanık bir dünyası var. Sözleri, bakışları, büyük mekanlardaki yalnızlığı, hüznün hakim olduğu müzikler, sessizlik bunu bize açıkça anlatıyor.
Film boyunca Meral ile Halil arasında birçok konuşma geçiyor ve bunlar surete aşık olma durumunu açıklayan çok önemli diyaloglardır. Halil, Meral’i sevmediğini ve sadece onun resmini sevdiğini, bunun Meral’i ilgilendirmeyen bir şey olduğunu söyler: “Resmin sen değilsin ki, o benim dünyama ait bir şey.”
Halil, “Seni sevsem benim düşüncelerimi yıkarsın, resmin beni bırakmaz, bana kızmaz, beni hep sevebilir. Oysa seni sevsem bu kadar mutlu olamam’’ der. Üstelik gerçek Meral’in resimdekinden daha güzel olduğunu söylemesine rağmen sever resmi. Halil iki kişi arasında yaşanan hislerden korkuyor, duyduğu aşkı seviyor. Sureti seviyor ve biliyor ki sonrasında daha fazlasını isterse her şey bozulacak. Halil yüreğinde yoktan bir sevgiyi var edip büyütmeyi daha güvenli ve bozulmayacak, yok olmayacak zannediyor.
Meral ise böyle büyük ve saf bir aşkı elinden kaçırmak istemez. Halil ile konuşmaya, bu aşkı içinde tek başına büyütmektense birlikte büyütmeyi teklif eder. Resmin gerçeğine aşık olmasını, resmi gördüğü gibi kendisini de görmesini ister.
“Belki resmimin arkasında ben yaşıyorumdur. Sen beni görmeye çalışmadın. Ama sen istesen de istemesen de ben varım Halil.”
Halil yer yer inandıklarından şüphelenir, inandıklarında vazgeçip diğer düşüncelere de şans verir ve gitgeller yaşar. Meral’e aşık olmayı dener. Arafta kalır ve bu ona önceden de tahmin ettiği gibi zararlar verir.
Meral kendisini seven başka bir adamla evlenecektir, Halil haberi gazeteden okur. Vazgeçer ve hayallerini de alır bir sandala yükler, açılır. Meral’in resmini bir de gelinlikli bir yapay manken alır. İkisiyle beraber gölde dolaşırken Meral çıkar gelir. Halil’in onun yerine sevdiği resmi göle bırakır, gelinlikli cansız mankeni de göle bırakır. Meral ve Halil sarılır. Halil bu kez resmi değil Meral’i tercih eder.
Fars kültürüne ve tasavvufa has olan “surete aşık olmak” ve onun birey üzerinde yaratacağı durum Halil karakteri ile sergilenmiş. Halil doğuyu Meral ise batıyı temsil etmektedir. Filmin müziklerine göz attığımızda yine doğu – batı sentezini görüyoruz.
İki farklı statü adeta iki farklı dünya. Filmde iki farklı dünyanın birbirlerinin sınırlarını aşıp tek olmasını izliyoruz. Filmin en başında Halil bahçenin duvarından atladığında aslında statüsünü çok aşan, ona yabancı bir dünyaya da adım atmış oluyor. Meral’i ise neredeyse filmin tamamında camın arkasından görüyoruz. Bu da demek oluyor ki statüyü ve güvenli alanını koruyan biri.
Eski Türk filmlerinde sıkça gördüğümüz, fakirleri aşağılayan zengin babaya bu filme rastlamıyoruz. Meral’in babası sadece kızının mutluluğunu düşünen, fakir olduğunu bile bile kızı için Halil’i kabul eden biridir. Kabul etmesine rağmen aralarındaki farklardan bahsetmeden de yapamaz. Zaten mehter takımı gibi iki ileri bir geri hareket eden Halil, kendi güvenli sahasından çıkıp çıkmamak konusunda yine tereddüt eder. Film boyunca Halil, aşkını içinde yaşamak ile karşılıklı yaşamak arasında kalır. Platonik sevgisi onun için çok güvenlidir çünkü tüm ipler onun elindedir. Canını kimse yakamaz, tüm hayaller onun istediği gibi şekillenir. Kalbinin kırılmasından korkar. Bu korkunun sebebini bilmiyoruz. Filmde hiçbir karakter hakkında bilgi verilmiyor, öncesi yok sadece içinde bulundukları an var. Halil neden kalbinin kırılmasından korkuyor? Meral neden aşkın olmadığını düşünüyor? Bu soruların bir cevabı yok.
Metin Erksan, bir sanat tarihçisi ve eleştirmen olarak sahip olduğu entelektüel donanımını ana karakterini oluşturma sırasında ustaca kullanmıştır. Felsefeden, psikanalize, modern ile gelenekselin karşılaşma alanlarında doğan bunalımdan, görsel-işitsel tasarımlara dek planlı bir düşünsel tasarımın izleri anlatımın bütününde algılanabilmektedir. Bence film sadece iki aşığın kavuşma hikayesini anlatmıyor. Derin ve üzerine uzun süre konuşulup tartışılacak psikolojik ve psikanalitik çıkarımlara ev sahipliği yapan bir eserdir. Bu kadar ince işlenen bir işte kadın karakterin adının Meral olması da tesadüf değil gibi duruyor. Meral, Maral’dan türemedir. Maral, dişi geyik ve aşık olunacak kişi anlamlarına gelmektedir.
Mağara Alegorisi
Filmde ilk sahnede Halil’in eve girişi, perdeyi açıp ışığın içeriye girmesine izin vermesi ve ışık kaynağına arkası dönük bir şekilde oturup resmi seyre dalması bana Platon’un mağara alegorisini anımsattı. Mağara alegorisi Platon’un en meşhur alegorilerinden yani benzetmelerinden biridir. Bir mağaranın içinde, dışarıdan gelen ışığa arkaları dönük olarak ömürlerini geçirmiş olan insanların tek gördükleri önlerine vuran hayvan, insan ve nesne gölgeleridir. Gerçek formunu hiç görmemiş olan bu insanlar için tek gerçeklik bu gölgelerdir. Hapis olan kişilerden biri bir gün aniden serbest kalır. Mağaranın dışındaki hayat ile karşılaşır. Tamamen ışık ile yani gerçek ile tanışan bu kişinin gözleri neredeyse körlük yaşar. Zamanla şimdiye kadar gerçek sandığı gölgelerin aslında gerçek olmadığını ve gerçeklerin birer yansıma olduğunu anlamaya başlar…
Hayatın gerçeğini anlayan bu kişi mağaraya dönüp diğer insanlara gölgelerin sahte olduğunu ve asıl gerçeğin dışarıda olduğunu anlatmaya çalışır. Ancak dışarıyı hiç görmeyen bu insanlar anlatılanı idrak edemezler ve kızgınlıkla karşı çıkarlar… Halil’in durumu da bana bu benzetmeyi anımsattı, ışığa arkası dönük sadece karşısındakine odaklı, hayatı karşısında olan cisimden ibaret sanıyor. Cismin gerçeği olan Meral ise Platon’un benzetmesindeki herkesi uyaran kişinin görevini üstlenip, Halil’i imgesel hayali dünyasından çıkarıp, simgesel gerçek dünyaya katmaya çalışmaktadır. Lakin hayale çok bağlı olan Halil, gerçeğe karşı bir tereddüt ve endişe beslediği için şiddetle reddeder. Devlet kitabını okuyup bu alegoriyi öğrendikten sonra filmi tesadüfen tekrar izledim. Filmi izleyince, film sanki Meral’in, içinde yaşadığı karanlık mağarasından Halil’i çıkarmaya çalışmasının hikayesi gibi geldi. Tasavvufta rastladığımız aşk tarzı ve Platon’un mağara alegorisi ile birleştirilmiş gibi hissettirdi.
Meral’in çabaları sonucu Halil simgesel dünyaya adım atar ve tahmin ettiği gibi üzülür. Meral ile olan inişli çıkışlı ilişkisi sonucu yaşanan ayrılık ve evlilik haberi Halil için imgenin tamamen yitirildiğinin göstergesidir. İmgesini yitiren, simgeden de umduğunu bulamayan Halil, kayığına imgesini ve simgenin onda açtığı acının temsilini koyar yeni mağarasına doğru yola çıkar. Halil çıktığı bu yolculukta yine Meral tarafından engellenir.
*Not: Fotoğraf, makine ile tespit edilen görüntüdür. Resim ise çeşitli aletler ile makine kullanmadan çizilen eserler için kullanılır. Hem film içerisinde hem de anlatımda “resim” kelimesi kullanıldığı için yazı içerisinden aslında “fotoğraf” olan cisim için “resim” kelimesi kullanılmıştır. 😉
***Çok Önemli Not!***Kitlesel tepkiler, eleştiriler, övgü ya da sövgüler her zaman doğruyu yansıtmaz. Birçok insan hep bir ağızdan bir dizi, film ya da kitabı övdü ya da gömdü diye o işin gerçek karşılığının bu olduğu anlamına gelmez. İzlediğinizde ya da okuduğunuzda sizin de böyle hissedeceğiniz anlamına da gelmiyor. Kendi perspektifinize güvenin, bazen pek çok insanın alamadığı tadı, göremediği inceliği çok eleştirilen bir işten alabileceğimiz ihtimalini her zaman göz önünde tutmak gerekir. 🙂