Ömer Lütfi Akad ve Safa Önal imzası taşıyan Vesikalı Yarim, farklı dünyaların insanı gibi görünen iki karakterin; Manav Halil ve Konsomatris Sabiha’nın aşk, çaresizlik ve ayrılıkla sonuçlanan hikayesini anlatıyor. Kendi halinde bir manav olan Halil’in bir akşam arkadaşlarıyla birlikte yolunun bir pavyona düşmesi iki karakterin de hayatını derinden etkilemiştir.
Vesikalı Yarim ‘i ilk kez ortaokul öğrencisiyken izlemiştim. İlk izlediğimde Halil’e çok sinirlenmiştim. İkinci ve üçüncü kez izlediğimde kelimenin tam anlamıyla çarpıldığımı ve uzun süre etkisinden kurtulamadığımı söylemeliyim. Filmin insanı içine çeken tuhaf bir büyüsü ve bittiğinde izleyici sarsan bir etkisi var. Türk sinemasında, üzerinden daha bir ay bile geçmeden unutulan sayısız filmin yanında, 40 yılı devirmiş bu filmin hala hatırlanıp sevilen bir eser olması kalitesinden dolayıdır. Öncelikle filmin en başarılı yönlerinden birisinin insanları içine çekme becerisi olduğunu söylemeliyim. Manav Halil ile konsomatris Sabiha’nın aşkları, gerilimleri, çaresizlikleri önümüzden akıp giderken dokunmak ve müdahale etmek istiyoruz.
Zıtların Çekimi
Kendi halinde bir manav olan Halil’in bir akşam arkadaşlarıyla birlikte yolunun bir pavyona düşmesi iki karakterin de hayatını derinden etkileyecektir. Kendi halinde bir manav olan Halil’in Sabiha’ya ilk görüşte aşık olmasını anlamak nispeten kolay. Sabiha, Halil için hayatı boyunca ulaşması zor olan bir figürü temsil etmektedir ve çarpıcı da bir güzelliğe sahiptir. Peki ya Sabiha? Hayatın acımasız yönleriyle erkenden tanışmış olan bu pavyon kadınının kendi dünyasında hiç alışık olmadığı bir erkek prototipi etkiler. İlk gece evinde kaldığı Sabiha’ya cinsellik anlamında en ufak bir hamle yapmayan, pavyona ikinci gidişinde manavdan bir sepet meyve götüren bir tip. Sabiha’nın sözleriyle ürkek, kibirli ve yakışıklı. Zıtların birbirini etkilemesinden ilginç bir uyum ortaya çıkıyor.
Evrensel Tema
Film evrensel bir tema olan aşk konusunu merkeze alıyor. Türk sinemasında da sayısız defa ele alınan bir konuyu işleyen film nasıl oluyor da diğerlerinden ayrışarak kırk yıldan uzun bir süre sonra bile insanda büyük bir etki bırakabiliyor sorusunun cevabı “filmin özgünlüğü”nde yatıyor. Son derece gerçekçi bir mekan kullanımıyla inandırıcı bir atmosfer, filmdeki psikolojik iniş çıkışları mükemmel yansıtan harika bir müzik kullanımı ile Türkan Şoray ve İzzet Günay’ın sinema kariyerlerinin en etkili performanslarından birisinin bütünlediği Vesikalı Yarim, Manav Halil ve Konsomatris Sabiha’nın aşk ve ayrılık hikayesini çok dağıtmadan ikilinin merkezinde heyecanlarıyla, tutkusuyla, çıkmazlarıyla yansıtarak kendine özgü, inandırıcı bir dünya yaratıyor. Duygular son derece incelikli, ajitasyon ve sömürüye kaçmadan yansıtılarak hikayenin gerçeklik duygusu sağlamlaştırılıyor. Özellikle bir melodramda duygu yoğunluğunun abartılmadan, inandırıcı bir şekilde izleyiciye yansıtılması son derece önemli. Bu yönüyle Yeşilçam’ın klasik melodramlarının abartılı dünyasından çok daha farklı bir gerçekliği önümüze koyuyor Vesikalı Yarim…
Filmde İstanbul sokakları, pavyon ortamı ve gündelik hayatın yaşandığı ev ortamları filmin gerçekçilik duygusuyla son derece uyumlu. Evli bir adam ile konsomatrisin aşkı gibi klişe bir konu olmasına rağmen film diğerlerinden farklı olmayı başarıyor. Filmde ne Halil’in ne de Sabiha’nın geçmişinden bahsedilmez. Sabiha onu tanıdığımız sahne ile sunulur bize, ne kendini ne de mesleğini aklamaya, açıklamaya çalışmaz. Halil ise, diğer filmlerde sık sık gördüğümüz acılı bir hayat hikayesi olan bestekar, fakir mahallede ilham arayan yazar, zengin bir fabrikatör veya fabrikatör oğlu değildir. Sıradan bir manav sahibidir. Eşiyle arasının iyi olmadığı dışında kendisiyle alakalı hiçbir şey bilmiyoruz, hatta eşiyle neden arası bozuk onu da bilmiyoruz. Halil ve Sabiha bize ilk tanıştıkları an ve sonrasında gelişen olaylar ile sunuluyor. Birbirlerinden öncesi yok, sadece birbirlerini buldukları an ve sonrası var. Yaşanan ilişkinin gerçeklik duygusunun yüksekliği yanında, mekan seçimleri, müzik ve oyuncu tercihleri de mükemmel. Özellikle filmin müzikleri filmi bir adım öne çıkarıyor. “Şükran Ay – Kalbimi kıra kıra” sanki film için yazılıp bestelenmiş gibi.
Sırların Ortaya Çıkışı
Birbirlerinde huzuru bulan çiftin mutlu giden ilişkisinin seyri bir gerçeğin ortaya çıkması ile değişir; Halil’in evli oluşu. Pavyona giden Halil’in arkadaşlarının, Sabiha’nın arkadaşı Müjgan’a Halil’in evli ve çocuklu olduğunu söylemeleri, sonraki süreçte Sabiha’nın Halil’e evli olup olmadığını bir türlü soramaması, ama evli olabileceği düşüncesini de aklından çıkaramaması ikili arasında gerilim yaratıyor. Merakını yenemeyen Sabiha’nın, Halil’in birliktelikleri öncesinde babasıyla birlikte işlettiği manava gitmesi ve iki çocuğunu görmesi ilişkinin seyrini de değiştirecektir. Bu noktada karşılaşma etkileyicidir. Çocukları gördükten sonra, ne istediğini soran Halil’in babasına dalgın bir yüz ifadesiyle bir kilo elma demesi sonrasında, babanın durumu anlayıp “Halil nasıl?” diye sorması da oldukça sarsıcıdır. Tek bir kelam, ne bir öfke, ne bir kızgınlık, ne de suçlama… Bir soruyla bilinen gerçekliğin ortaya konması… Filmin başarısında duyguların son derece incelikli, sömürüye kaçılmadan yansıtılmasının gerçekten büyük rolü var…
Sabiha hayatının en zor kararlarından birisiyle yüzleşilir: Ayrılık ya da hiçbir şey olmamış gibi devam etme. Sabiha, bir süre sonra hiçbir şeyin aynı kalmayacağını bilecek kadar tecrübelidir. Evliliğin öğrenilmesinden sonraki durum ise tam bir trajedi ve çaresizlik hallerinin yansıması… Ne yapılacağını bilememenin verdiği çaresizlikle iki tarafın da dengesini kaybetmesi…
Gözyaşların Boşuna, Düşmem Artık Peşine
Sabiha Halil’in onu bulamayacağı kuytu bir meyhanede çalışmaya başlamıştır. Halil Sabiha’yı bulup meyhaneden götürmek isterken yanındaki adamın bıçak çekmesi üzerine adamı yaralamış ve bir yıl hapis cezası almıştır. Halil’in adamı yaraladıktan sonra, Sabiha ile birlikte gittikleri yerde yaptıkları konuşmada Sabiha’nın sözleri aslında geleceğin nasıl şekilleneceğinin ipuçlarını da taşır…
Sabiha: Benim yüzümden hep bunlar. Ya ölecek, ya öldüreceksin. Niye geldin? Gelmeyecektin.
Halil: Geleceğimi biliyordun ama. Nedir istediğin?
Sabiha: Bilmem. Sıkıldım belki. Yetti belki. Her birimiz yolumuza gitsek.
Halil: Yolumuz?
Sabiha: Öyle
Halil: Birleşti biliyorum.
Sabiha: Yok birleşecek gibi değil. Benim yolum başka. Seni tanıdıktan sonra anladım bunu. Sevgide yetmiyormuş çok eskiden rastlaşacaktık.
Halil’e hapishaneden çıkacağı zamana kadar çalışmadan bekleyeceğinin sözünü verir. Sabiha bir yıl boyunca çalışmayıp evde sabırla bekler, tam çıktığı gün Halil’i kendisinden uzaklaştırmak, ailesine geri dönüşünü sağlamak için tekrar pavyonda çalışmaya başlar. Çünkü Sabiha’nın babası annesini ve kendisini başka bir kadın için bırakıp gitmiştir. Sabiha zamanında kendi ailesini yıkan olayı yeniden yaşamaktadır lakin bu sefer rolü farklıdır. Halil hapisten çıktığı günün akşamı Sabiha için pavyona gider. Sabiha’nın alaycı konuşmaları üzerine Sabiha’yı bıçaklamıştır. Sabiha’nın Halil’i korumak için polislere kendi kendine yaralandığını söylemesi… Sonrası Halil için tam bir çıkışsızlık, ne yapacağını bilememe halidir ki izlerken siz bile çıkış yolu bulamıyorsunuz. Halil, çıkış yolunu ailesinin yanına dönmekte bulur. Tutku, aşk, heyecan, kendini kaybetme ve çaresizlik karşısında heyecansız, renksiz ama güvenli bir liman işlevi görür evi ve ailesi.
Bıçaklandığı için hastanede yatan Sabiha ise hastaneden çıktıktan sonra her şeyi unutmaya, göz ardı etmeye ve tekrar Halil ile birlikte olmaya karar verir. Ne de olsa birbirlerini seviyorlardır, gerçekten önemli olan da budur. Evde yemek hazırlığı yapar ve Halil’in babasıyla birlikte işlettiği manav dükkanına doğru yola çıkar. Dükkanın karşısına geldiğinde ise bambaşka bir gerçekle yüzleşir. Halil eşi ve çocukları ile dükkana gelmiş, mutlu bir aile tablosu gözükmektedir. Dükkanın oldukça uzağında olan Sabiha’yı tek fark eden kişi ise Halil’in babasıdır. Sahne son derece etkilidir. Kucağında torunu ile mutlu aile tablosunu bozmamasını isteyen gözlerle Sabiha’ya bakmaktadır. Sabiha yaşlı gözlerle sevgiliye bakarken, arka fonda Şükran Ay’ın seslendirdiği unutulmaz şarkı belirir: “Gözyaşların boşuna, düşmem artık peşine, yansın yüreğin yansın şimdide bende sıra. Kalbimi kıra kıra, bıraktın bir hatıra, günahını yalancı dudaklarında ara…”. Son bir bakışın ardından yaşlı gözlerle İstanbul sokaklarında kalabalığın arasında kendi gerçekliğine yürüyen kadın, ekran başındakileri de hüznüne ortak ederek perdeyi kapatır…
Filmin senaryosunu yazan Safa Önal’ın başarılı işçiliği, abartı ve ajitasyona kaçmadan duyguları aktarabilmesinin de filmin başarısında çok önemli rolü var…. Türkan Şoray, senaryoyu ilk okuduğu zaman gözyaşlarını tutamamış.
Vesikalı Yarim adını, Orhan Veli’nin “Alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden, tabakam senin yadigarın. ‘İki elin kanda olsa gel’ diyor telgrafın. Nasıl unuturum seni ben vesikalı yarim.” dizelerine sahip şiirden almış. Sait Faik’in de Menekşeli Vadi öyküsünden esinlenerek yazılmıştır. İlk ayrılıkları sürecinde Halil’in söylediği “en zoru buymuş” sözleri yaşanan duyguyu bütün açıklığıyla ifade ediyor… Tutkulu bir aşkta yaşanan ayrılık acısı hayatta en zor başa çıkılabilecek durumlardan birisi: yakıcı, sarsıcı, yok edici… Vesikalı Yarim‘in en başarılı olduğu noktalardan birisi ayrılamama ama aynı zamanda kavuşamama halini bütün acısıyla, çaresizliğiyle yansıtabilmesi. Ne birlikte olunabiliyor ne de ayrı. Varlık da yokluk da yakıyor. Çözümü olmayan, insanın elini kolunu bağlayan, çaresiz bırakan bir durum… Ve film ayrılıkla noktalanırken, yaşanan çaresizlik duygusunu insanın en derinlerine kazıyor…
***Çok Önemli Not*** Kitlesel tepkiler, eleştiriler, övgü ya da sövgüler her zaman doğruyu yansıtmaz. Birçok insan hep bir ağızdan bir dizi, film ya da kitabı övdü ya da gömdü diye o işin gerçek karşılığının bu olduğu anlamına gelmez. İzlediğinizde ya da okuduğunuzda sizin de böyle hissedeceğiniz anlamına da gelmiyor. Kendi perspektifinize güvenin, bazen pek çok insanın alamadığı tadı, göremediği inceliği çok eleştirilen bir işten alabileceğimiz ihtimalini her zaman göz önünde tutmak gerekir.