Oppenheimer filmi Manhattan Projesi’ni yöneten ve “nükleer bombanın babası” olarak anılan J. Robert Oppenheimer’ın hayatını anlatıyor.
Öğrencilik ve tecrübesiz zamanlarını, komünizme yaklaşımını, II. Dünya Savaşı süreci ve Nazi karşıtı düşünceleri ile tanıştıktan sonra Manhattan Projesi’ne getirilişini seyretmeye başlıyoruz.
Almanların kuantum fiziği ve atom üzerine çalışmalarının meyve verdiğinin duyulması Manhattan Projesi ile Robert Oppenheimer hikayesini başlatıyor. ilk atom bombasının yapılış macerasından Japonya’ya bu atom bombalarının atılmasına kadar geçen sürede sadece hedefe odaklı bir Oppenheimer var. (Bence bu kararlılıkta Yahudi oluşu ve Nazilerin yaptıklarının etkisi de var) Çevresindeki birçok bilim adamı, ortaya çıkacak büyük enerjinin sadece savaş meydanındaki askerleri değil masum ve suçsuz insanları da yok edeceğini söylese de Oppenheimer’ın kararlılığı devam ediyor. Amerikalıların ne kadar kötü olursa olsun Almanlardan daha iyi olacağını düşünerek araştırma ve üretim sürecine devam ediyor. Yapım sürecindeki o keskin kararlılığı bombanın nereye atılacağı tartışılmaya başlandığı zaman yerini emin olamama duygusuna bırakıyor. Sonra pişman oluşunu izlemeye başlıyoruz. Atom bombasının insanlara verdiği zararı izlemeye bile tahammül edemeyen Oppenheimer, hidrojen bombası çalışmalarına katılmak istemiyor. Filmin başındaki yaptığından emin kişi yerini ‘ben ne yaptım?’ diyen kişiye bırakıyor. Sonraki yıllarda hidrojen bombası için çalışmak istemediği için Rus ajanı olarak itham edilip itibarsızlaştırılma çabalarına da şahitlik ediyoruz. Tüm bunlar Nolan’ın zamanla olan husumeti sebebiyle iç içe geçmiş farklı zamandaki sahneler ile sunuluyor. Başlarda bu geçişler biraz kafa karışıklığına sebep olabilse de devamında filmdeki gerilimi besliyor. Film diyalog ağırlıklı olduğu için bu geçişler o durağanlığa dinamiklik katıyor ama başta çoğu meseleye hakim olmadığımız için kafa karıştırıcı gelebiliyor. Bu zaman geçişlerinin güzelliğini emin olun son sahnede anlayacaksınız.
Edward Teller’ın patlamadan önce güneş kremi sürmesine bayıldım büyük ihtimalle cilt yapısına uygun değil ama en azından düşünmüş 🙂
*Bu kısımdan sonrası kişisel düşünceleri daha yoğun barındırmaktadır 👇
Filmin ana meselelerinden olan bombanın yapılış aşaması ve nerede nasıl kullanılacağı tartışmaları sizi meseleden koparmıyor, bir grup insanın binlerce insanı aynı anda öldürebilecek bir silah yapışını ve bunu nasıl bir düşünceyle yaptığını sizde o tartışma ortamında daha iyi anlıyorsunuz (onaylıyorsunuz demiyorum anlıyorsunuz). Bomba üretim sürecindeki tüm araştırma ve tartışma sahneleri teorik ve uygulama açısından karışık değil ihtimallerden ve hesaplamalardan ağır gelecek şekilde bahsedilmemiş. Sahneleri izlerken ne anlatıyon be abi dedirtmiyor.
Bombanın tamamlanışı ve Japonya’ya atılması sonrası tüm ülke ve ekip kutlama yaparken Oppenheimer’in sık sık “Bizim yapıyor olmamız nasıl ve nerede kullanılacağına bizim karar vereceğimiz anlamına gelmiyor” demesine rağmen gerçeklerle yüzleştiğinde içine düştüğü dehşet gerçekten çok etkileyiciydi. Duygusal olarak ikilemde ve dara düştüğü anda Oppenheimer karakteri ile göz göze gelebilmemiz duygusal durumunu daha iyi anlamamızı sağlıyor. Çekim kadar bu sahnelerde müzik tercihi de çok iyiydi, sık sık Oppenheimer’in daralan nefesini duyabilmemiz bile gerilimi daha yoğun hissetmemizi sağladı. Filmi IMAX’de izleyin önerilerinin nedenini en çok seslerde hissettim. Görsel açıdan IMAX çok gerekli değil ama sesleri ve sahnedeki titreşimleri daha iyi yaşamak için IMAX tercih etmek güzel olur.
Filmin odağında Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan bombaların hazırlanma ve atılma süreci var. Sürekli bir tartışma durumu söz konusu ama normalde önce tartışılır yapılsın mı yapılmasın mı diye uzun uzun düşünülür sonra aksiyon alınır lakin bu filmde tartışmalar ile proje aksiyonu iç içe geçmiş durumda. Önce bilim insanları kendi aralarında tartışıyorlar, sonra tartışmaya ulusal güvenlikçiler ve politikacılar katılıyor. Yalnız ulusal güvenliğin ve politikacıların tartışmasının ‘neden savaşla alakası olamayan insanların da zarar göreceği bir silah yapıldı’ meselesiyle alakası yok, ‘neden atom bombasından sonra hidrojen bombası üzerinde çalışmadın yoksa Rusya’nın casusu musun?’ meselesiydi onların derdi. Binlerce insanın hayatının son bulması ile alakalı bu kadar rahat kararlar alınabiliyor olması garip. Bunu bombaların Japonya’nın hangi şehirlerine atılacağının kararının verildiği sahnede başta muhtemel 12 şehrin belirlenmesi ve bunun hangi sebepten 11’e düşürüldüğünü görünce siz de anlayacaksınız.
Biyografi tarzında bir film olduğu için diyaloglar elbette fazla. Alt yazıyı takip etmek konusunda zorlanabilirsiniz. Zira karakterler dünyanın kaderini değiştirecek konularda konuşurken alt yazıyı kaçırma ihtimaliniz var. Bu yüzden arka sıralarda oturmanızı tavsiye ederim. Oyuncuların jest ve mimikleri bunu hak ediyor. Oppenheimer’ı da Benedict Cumberbatch oynamadığı için biraz mutluyum (oynasaydı iyi oynardı sadece boyu bence uygun değil orası ayrı bir mesele) Cillian Murphy hem yüz hem de fiziksel olarak gerçekten çok benzemiş, oyunculuğu da çok iyiydi. Göz bebeklerine kadar oynamış dedikleri cinstendi, ben mimik kontrolünü çok beğendim. Oppenheimer’in pişmanlığını ve çaresizliğini çok güzel hissettirmiş. RDJ bu film için çok iddialı konuşmuştu bence onun oyunculuğu da iyiydi, zeki, çapkın, milyoner haline alıştıktan sonra karakterin duygularının ön planda olduğu bir rolde görmek iyi hissettirdi.
Stephen Hawking’in hayatını anlatan The Theory of Everything ve Alan Turing’in hayatını anlatan The Imitation Game gibi oyuncunun ve işlenen karakterin güzel uyuştuğu bir film bence. Bana genel olarak tatları da aynı geldi (ben benzettim). Film nasıldı, izleyelim mi? Sorusuna cevabım bu iki filmi sevdiyseniz bu filmi de seversiniz.
Siz film hakkında ne düşünüyorsunuz, izlemeye değer mi, herkesin anlattığı kadar var mı?
*Kitlesel tepkiler, eleştiriler, övgü ya da sövgüler her zaman doğruyu yansıtmaz. Birçok insan hep bir ağızdan bir dizi, film ya da kitabı övdü ya da gömdü diye o işin gerçek karşılığının bu olduğu anlamına gelmez. İzlediğinizde ya da okuduğunuzda sizin de böyle hissedeceğiniz anlamına da gelmiyor. Kendi perspektifinize güvenin, bazen pek çok insanın alamadığı tadı, göremediği inceliği çok eleştirilen bir işten alabileceğimiz ihtimalini her zaman göz önünde tutmak gerekir. 🙂